Ozan Altınbıçak
“Adults”: Yetişkinlik Komedisi mi, Z Kuşağı Krizi mi?
Adults, Ben Kronengold ve Rebecca Show tarafından yaratılan, FX’te ilk kez yayınlanan ve Disney Plus platformunda yer alan bir komedi dizisidir. Konusu, New York, Queens’te yaşayan ve üniversiteden arkadaş olan bir grup ev arkadaşının hayatları etrafında şekilleniyor. Diziyi ilk gördüğümde “Gen Z kuşağının sit-com dizisi” olarak anılıyordu. Açıkçası bu dizinin ilgimi çekme sebeplerinden birisi de buydu. İzlediğimde ise neden Gen Z kuşağının sit-com dizisi olarak anıldığını daha iyi anladım. Gerçekten de 20’li yaşlarında olan gençlerin, teknolojinin hayatımızı kolaylaştırmasıyla problemlerinin nasıl değiştiğini ve hatta basitleştiğini gözler önüne seriyor. Keşke faturanın nasıl ödeneceği gibi basit konular hakkında bu kadar problem yaşamasaydık; en zeki kuşak olabiliriz ama aynı zamanda da en körelmiş kuşağız. Bunun dışında gerçekten de çok komik, zaman zaman utandırıcı, düşündürücü ve sıra dışı bir yapım diyebilirim. Gerçi dizinin yapımcısının <em>Big Mouth</em> dizisinin yaratıcılarından Nick Kroll olduğunu öğrendiğimde, sıra dışı bir yapım olacağını tahmin etmiştim. Dizinin başrollerinde Malik Elassal, Lucy Freyer, Jack Innanen ,Amita Rao, Owen Thiele gibi genç ve enerjik oyuncular yer alıyor. Performansları, karakterleri sadece birer karikatür olmaktan çıkarıp gerçekçi ve empati kurulabilir hale getiriyor. Ayrıca belirtmem gerekir ki, LGBTQIA+ topluluğuna karşı önyargılı olan kişilerin diziyi izlemesini tavsiye etmem; çünkü baş karakterler de dahil olmak üzere dizide bu topluluktan oldukça fazla karakter yer almakta. Ancak bu görünürlüğünyalnızca temsiliyet açısından değil, toplumsal bilinçlenme açısından da oldukça önemli ve gerekli bir hamle olduğunu düşünüyorum. Adults, sadece bir komedi dizisi olmanın ötesinde, bir kuşağın hem zihinsel karmaşasını hem de kültürel dönüşümünü ekrana taşıyor. Mizahın içine sıkıştırılmış toplumsal eleştiriler ve karakterlerin absürt ama tanıdık dertleriyle, izleyiciye hem kahkaha hem de düşünme fırsatı sunuyor. Z kuşağına dair klişelerin dışına çıkmak isteyen herkes için bu dizi, yeni bir pencere açıyor.
Kültür & SanatMartılar Sahiden Özgür mü?
Bir süredir martılar üstüne çok düşünür oldum. Buna doğup büyüdüğüm yerde bir gün yavru martılar olduğunu fark etmem vesile oldu. 24 yıllık hayatımın hatırı sayılır bir kısmını geçirdiğim yerde ilk kez yavru martı görüyordum. Hayatımda ilk kez görmem de cabası. Sahilde her yürüyüşümde onları gözlemlemeye yavaş yavaş büyüyüşlerine şahitlik etmeye başladım. Martıları gözlemlerken onların büyürken nasıl da yerleşik ve köklü hayvanlar olarak yetiştiklerini fark ettim. Ve toplumun çoğunluğunda martıların, kuşların özgürlükle bu kadar bağdaştırılmış canlılar olması benim gözümde bir tezat oluşturdu. Dolayısıyla bu kez de martıların gerçekten özgür olup olmadıklarını sorgulamaya başladım. Uçabiliyor olmak veya gönlünce istediğin yere gidebiliyor olmak özgürlük için yeterli midir? Martılar için emin değilim ama insanlar için yeterli olmadığını düşünüyorum. İnsanın uçması özgürlükten çok bir başkaldırıdır bence. Doğanın en temel kanunlarına bir başkaldırı ve belki de bir özgürlük yanılsaması. Peki bir kişinin istediğini istediği zaman yapabiliyor olması özgürlük müdür? Bundan da artık emin değilim. Peki özgürlük nedir? Her kavramda olduğu gibi bunda da herkes kendi tanımlamasını yapıp o tanıma göre yaşayabilmeli ama ben kendimce tanımlamaya çalışacağım. Konu üstüne ilk düşünmeye başladığımda bir insanın istediği şeyi istediği zaman yapabiliyor olması şeklinde tanımlamıştım özgürlüğü. Ama Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü’sünü okudukça bu tanımdan uzaklaştım. Hatta bu tanımın bize her gün uyanıp çalışmamız için pompalanan bir hayal olduğunu fark ettim. 5 yıl sonra şu anda istediğimiz şeyleri yapabiliyor olma özgürlüğüne sahip olmak için şu anda çok çalışmalı, yatırım yapmalı ve tasarruf etmeliyiz. Tüm bunları yaparken aradan geçen 5 yılın bize ve hayatımıza yapacaklarını ise hiç göz önünde bulundurmuyoruz. İsteklerimizin değişeceğini, belki de daha fazlasını isteyeceğimizi gözden kaçırıyoruz. Sürecin ve hayatın parçası değilmiş de ona sahipmişiz, onu yönetebilirmişiz gibi davranıyoruz. Tabiri caizse, satın almaya çalıştığımız özgürlüğün ötesine geçmek istemeyeceğimizi varsayıyoruz. Halbuki o 5 yılın sonuna geldiğimizde kaçımız 5 yıl önce bize yeteceğini düşündüğümüz şeylerle kanaat etmeye devam edecek? 5 yılı geçtim ne zaman ki kendime 5 ay sonra düzlüğe çıkacağımı söylesem vardığım yerin düzlük olmadığını fark ediyorum, çünkü değişiyorum. Sözün özü, istediğimiz şeyi istediğimiz zaman yapma beklentisinin bizim özgürlük yolundaki en büyük engellerimizden biri olduğuna inanıyorum artık. Tartışmaya çok açık olsa da özgürlüğü istek üzerine kurmamaya çalışıyorum bu sebeple. Benim tanımımda özgürlük insanın kendisi üstüne kurulu. Bence özgürlük her şeyden önce insanın kendisini bilmesinde. Ancak kendimizi bildikten, tanıdıktan sonra ne yapmak istediğimizi bilebiliriz çünkü. Ve ancak o zaman “yapmak istediğimizi düşündüğümüz şeyler” için değil “gerçekten yapmak istediğimiz şeyler” için çalışmaya başlarız. Bu bağlamda çalışmak da aslında özgürlüğün bir parçası bence. Mesela düşünün ki bir kişi paraşütle atlamak istiyor. Eğer ki bu kişi paraşütle atlamak için öncesinde emek harcıyor, araştırma yapıyor, basit düzeyin ötesinde bir eğitim alıyorsa o kişinin paraşütle atladığında hissettiği özgürlük gerçek özgürlüğe olabildiğince yakındır. Çünkü yapmak istediği şeyi yapmıştır ve bütün süreç onun için özgürlüktür. Paraşütle atlamak için başka işlerde çalışıp birikim yapması da özgürlüktür bu noktada. Ama bir de başka bir kişi düşünelim. Bu kişi de paraşütle atlamak istiyor ama sadece istiyor. Niye istediğini ve hatta neyi istediğini bilmiyor. Bu kişinin paraşütle atladığında yaşadığı şey bence özgürlük yanılsaması olabilir olsa olsa. Ayağı karaya değdiği anda hissettiklerini özümsemeden hayatına devam edeceği bir deneyim ve uğrunda çalışmak için kendisini ikna ettiği sebeplerden sadece biri. Tik atılacak ve hemen ardından bir sonrakine geçilecek bir aktivite. Bu kişinin paraşütle atlamak için başka işlerde çalışıp birikim yapması ise tutsaklıktır bana göre. Paraşütle atlamayı gerçekten istediği için değil yapabildiği için ve istediğini düşündüğü için yapmıştır. Eylemlerimizi ve dolayısıyla bizi gerçek sevgi ve tutkunun özgürleştirdiğine inanıyorum bu sebeple. Peki martılar sahiden özgür mü? Hala emin değilim. Gerçekten yapmak istedikleri şey uçmak mı bilmiyorum. Başka alternatiflerin farkındalar mı bilmiyorum. Ama insanlara saçtıkları o özgürlük hissiyatının aslında bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Özgürlük uçmak değildir, yapmak istediğin şeyi istediğin zaman yapabiliyor olmak hiç değildir. Özgürlük bir şeyi kayıtsızca sevebiliyor ve onun için uğraşmayı göze alabiliyor olmaktır bence.
BLOG YAZILARIMIZI KAÇIRMA!
Haftalık bültenimize abone olarak en yeni blog yazılarımızdan, incelemelerimizden ve rehberlerimizden haberdar olun.